23 Ocak 2010 Cumartesi

Batı bölgelerimizi etkisi altına alan sibirya kökenli cehennem soğukları cumartesi planlarımı suya düşürünce çok sinirlendim. Oturup ders çalışmaktan daha mantıklı bişey yoktu ve mantığımın sesine kulak verdim. Hiçbir zaman zevkli değildi ama yaşım ilerledikçe ders çalışmanın bir başka sıkıcı geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Ama bu sıkıcılığın boyutunu tam olarak anlatmak biraz zor. Bazen suratımı ortadan yarıp içinden o zaman nefes alabileceğimi hissediyorum. Bu sapkın düşüncelerin dandik korku filmi kokması üzerine birdenbire filmlerle ilgili düşünmeye başlıyorum. O kadar sıkılmışım ki benliğimi ele geçiren suratımın içinde nefes almayı bekleyen yaratık benim yerime düşünmeye başlıyor. Cümleyi kuran kesinlikle ben değilim.


Amores perros'u yıllar önce izleyip çok beğenmiştim. İkinci izleyişimde çok sıkıldım ve benimle birlikte ilk kez izleyen arkadaşım da filmi beğenmedi. O, aynı yönetmenden babel'i izlemişti yalnızca. iki film arasında 7 yıl var. İzlediğim dönemlere baktığım zaman amores perros'tan daha çok zevk aldığımdan eminim ama ikisini bugün izlediğim zaman babel'in daha iyi bi film olduğunu söyleyebilirim. Demek ki neymiş, sinemanın içinde bulunduğu devinimi anlayacak kadar film izlememiz gerekiyormuş. Çok fazla film izlersek eleştirmen zibidilere dönüşebiliriz. Çok az izlersek de amores perros'tan 2010'da zevk alan zavallı bir kişi oluruz.


Sonra kardeşim benimle kağıt oynamak istedi. pişti oynadık yendim ve o sıkıldı. Tavlayı getirdi. İnanılmaz yavaş oynadı bu sefer de ben sıkıldım. Tavla oynarken düşünecek sürem o kadar çoktu ki ben kardeşimle aramızdaki bir farkı farkedip üzülmeye başladım. Ben tavla, poker, pişti vs oyunları 5 yaşımda öğrenmeye başlamıştım ve ilkokula başladığımda bu oyunlarda uzman sayılabilirdim. Bu alışkanlığım büyüdükçe okey, king, batak, 51 vs. oyunları da kapsadı.


Üzüldüğüm nokta ise farklı. Kardeşim benden 13 yaş küçük.. Onun ikinci çocuk olma ve ebeveynlerinin yaşlı olmasından kaynaklanan şanssızlıklarını anlamam tavla oynarken dank etti. Benimle ilgilenildiği kadar onunla ilgilenilmedi ve o bunun farkında değil. İnsanların eşit olamaması cidden üzüyor beni. En azından sevdiklerimin eşit olmasını isterdim. Bu yüzden tavlada bilerek yenildim. Ruh hastalığım enteresan boyutlara ulaştı. Ders çalışmasam mı ??

17 Ocak 2010 Pazar

Dede > Edward

Dersanede çalıştığım günlerde öğrencilerle empati kurmak için Alacakaranlık denen zibidiliği okuyordum. Dördüncü kitaba gelmeme rağmen arabesk, vıcık vıcık aşktan başka bişey bulamadım henüz. Bugün dedeme bakmam lazımdı. Başka okuyacak kitabım olmadığı için yanıma onu aldım. Dedem uyumadı ve kendi öyküsünü anlattı. İçki hayatının bir zamanlar önemli bir kısmı olduğu için boğma rakıdan ve şarap yapımından bahsetti. Tuz koyunca sirke, koymayınca şarap vs. O eski günlerden bahsedince ben dedemi çok sevmeme rağmen geçmişi hakkında hiçbişey bilmediğimi farkettim. Bi süre içten içe kendimi ayıpladım sonra dinlemeye koyuldum:


İlkokul 3'e giderken babam ölünce gidip müdürle konuştum. Beni okutucak kimsem yok dedim. Annem de 3 çocuğa bakmak zorundaydı. Ailenin büyükleri tek başına yapamayacağını anlayınca onu kendisi gibi biriyle evermeye karar verdiler. Hem kabullenemedim hem de üvey kardeşimi sevmemiştim. Bigün ona ''kafanı kırarım senin'' dedim; ki kırabilirdim de kuvvetim yerindeydi. Evden ayrılıp amcama yerleştim. Sümerbank'a gidip iş istedim. Bana yaşın küçük dediler. 49km yürüyüp eski evimin orda tanıdıklara yaşımı büyüttürdüm. Geri dönüp Sümerbank'ta işe başladım. Amca kumarbazdı. Ailedeki herkesin parası onun kumarına gidiyordu. Çalışmama rağmen elime geçen birşey yoktu. Ben de ayrılmaya karar verdim. Bi arkadaş da ailesinden bıkmış ben de seninle gelirim diyordu. Birlikte çıktık yola. İki arkadaş daha bize katıldı. Ama üç gün tren beklemek gerekiyordu. Ben tren biletlerini almıştım fakat çocukların aileleri polise haber vermişlerdi ve tren garında aranıyorduk. İstasyonun karşı tarafına atlayıp polislerin gitmesini bekledim. Çitin arkasına karların içine yatmış olanları izliyordum. O sırada arkadaşımı yakaladılar. Diğer ikisi ortalıkta yoktu. Polisler sadece beni arıyolardı o anda. Tren kalkmadan önce üç kere siren çalardı. İkinci çalana kadar bekledim. Sonra koşa koşa trene atladım. Gitmek kolaydı. Ne arayan ne ağlayanım vardı zaten. Trende polisle karşılaştım ama polis tanıdık çıktı ve benden şüphelenmedi. Trenle Mersin'e geçtim. Mersin'de pek iş olmadıpı için Tarsus'a oradan da Adana'ya geçtim. Peynir satan bi adama iş aradığımı anlattım. Onunla bi süre çalıştık. Bi gün fabrikaya satmak için yoğurt hazırladık fakat yoğurt bizden istediklerinden azdı. Usta yoğurda su kattı. Ben de yapma bozucaksın dedim. Fabrikaya götürdüm. Sulu olanı istemediler. Ben de ya hepsini alın ya da satmam dedim. Onlar da almadı :) Ustama anlattığımda; ben şimdi bu kadar yoğurdu ne yapıcam götür bunları ananın bi yerine dök dedi. Ben de ona annem çok uzakta o kadar uğraşmayalım sen karının orasına dökersin dedim. Hesabımı ver ben ayrılıyorum deyince ağlamaya başladı. Ama ben kimseye minnet etmezdim. Düşünmeden çıktım ordan. Sonra simit dağıtmaya başladım sabahları. Orada da uyanıklık yapan biriyle kavga edince gece uyurken battaniyemi yaktılar. O işten de çıktım. Tarlaya çapa yapmaya her zaman adam bulunurdu. Tarsus'ta kürtler birbirlerini çok kolladıkları için onların arasında da barınamadım. Ulukışla'ya dönmeye karar verdim en sonunda. İnsanların kahrı çekilcek gibi değildi. Bilet aldım ama trene yetişemedim. Ben de kızıp yürümeye başladım. Bi tepede oturup güzelce ağladım. Ulukışla'ya döndüğümde bi an yine dellendim atladım trene Kayseri'ye gittim ama pişman olup yine memlekete döndüm. 14 yaşındaydım. Sümerbank'ta tekrar çalışmaya başladım. Babannenle görüşmeye başladık. Ama fabrikada başka kızlarla konuştuğum hakkında dedikodular çıkıyordu. O kızın ablası beni tehdit etti. Güzel güzel konuştum ama sonra tekrar problem çıkardılar. Bana kalsa evlenmezdim çünkü askerlik yapmamıştım. Fabrikadaki dedikodulardan sıkılmıştım. Babanneni kaçırmak zorunda kaldım. 15 yaşındaydı. Fabrikaya girerken ''Benimle gelmek istersen fabrikaya girme düz yürü'' dedim. O da yürüdü. Kaçtıktan sonra bi süre saklandık. Ailesinin rızasını almak gerekiyordu. Polis günlerce bizi aradı. Ama tanıdıklarımız bizi sakladılar. Annesi hiçbir şekilde razı olmuyordu. Babası kabul etmişti. Ablaları da abisi de kardeşi de karşıydı. En küçük kızları oydu. Ablası firavun gibiydi. Abisi demediğini bırakmadı. Ama ben eşimi kimsenin karşısında ezdiricek adam değilim. Kimseden destek almadan sıfırdan hayat kurduk.

Bunları daha önce hiç sormamış olmam eşşeklik diye düşünüyordum. Ama kafamdan aynı anda çok fazla şey geçti. Cesaretine çok şaşırdım önce. Çalışkandı. Sonra dönemin şartları ile bugünü kıyasladım. Yazmaya üşenecek kadar çok fark buldum. Dedemin 3, babannemin 5 kardeş olduklarını biliyorum ama onları aslında çok da sevmediklerini tahmin edemedim. 8 kişinin içindeki karakterki 2 insan birbirini bulmuştu. Aklıma üstün insanı yaratmaya çalışan Hitler geldi. Birbirlerini çok seven, kimseyi takmayan, cahillik boyutunda belki ama yine de cesur iki insanın yaşadığım güne yakışmadıklarını hissettim. Sonra kitabı açtım. Bi kez daha sadece bitirmek için okuduğum için kendime kızdım. Dedemin anlattıklarını düşünürken daha çekilir bi hal aldı kitap.