30 Mart 2009 Pazartesi

Yazmiyim dedim, zaten çok bıdı bıdısı yapılıyor dedim ama: dayanamıyorum artık, seçim yazısı yazma isteğime karşı koyamıyorum. Siyaset bağımlılığının değişik bi evresi olsa gerek deyip seçimle ilgili enteresan detayları Kral Tv Top 5 listesi tadında anlatmaya başlıyorum:

5 numarada, peygamberler şehri Urfa'da bağımsız aday olup oyların tamamına yakınını alan Ahmet Eşref Fakıbaba var. Bu adam son peygamber olduğunu iddia etse Urfa'da kabul görür gibi bi izlenim uyandırdı bende. Erdoğan, ''indiğin trene bi daha binemezsin'' demişti kendisine.

4 numarada, Tayyip Erdoğan'ın basın toplantısı var. Beklenenin altında oy almasının yanında; Antalya, Balıkesir, Manisa gibi kazanılmasından emin olunan illerde kaybedilmesi hakkında konuşurken yüzünün aldığı hüzünlü ifadeyi izlemek paha biçilemez. (Yazar, yazının bu kısmında rengini belli etmiş. Çok ayıp. Ayrıca şizofren kendisi... Yemişim ayıbını.)

3 numarada muhtarlık seçimlerinin komikliği var. Neden muhtar için oy kullanıyoruz ki? İkametgah senedi çıkartmak için yılda bir-iki kere göreceğimiz bir insan ve o da normal bir çalışan. Bir muhtar adayının diğerinden ne farkı olabilir ki ? Seçim vaadi olarak 10 parmak yazmayı ya da laser printer almayı vaat eden olmuş mudur acaba ?

2 numarada, rektörlük seçiminde veto yedikten sonra Antalya'da belediye başkanlığını açık arayla kazanan Mustafa Akaydın var. Bu sonuç, bir götoluş destanı olmasının yanısıra Antalyaspor'un sezon sonunda küme düşmesiyle sonuçlanan komplo teorisini beraberinde getirmiş ve Mert'le bana süper geyik malzemesi olmuştur.

Veee 1 numaraaaa: 1 numara CHP'nin Şişli adayı, 1 numara puştluğun totoşluğun kitabını baştan yazıcak kapasiteye sahip düşünce tarzı, 1 numara MUHARREM SARIGÜL.. CHP'nin Mustafa Sarıgül'ün oylarını bölmek için yaptığı çok açık şekilde belli olan bu hareketi beni çok eğlendirdi açıkçası. CHP'ye durmak yok, muhalefete devam...

26 Mart 2009 Perşembe

Next: Enakhtar

Bugün altı buçukta uyandım. ALTI BUÇUK !!!!
Uykumu alamadığım zamanlar yüzümün eriyip aktığını hissederim ama bu sefer herşey normaldi. Tuhaf hissettim; ben değildim sanki o saati yaşayan. Koşmaya başladım. Nasıl bi dinamiklik, nasıl bi sportmenlik... Hergün uyandığım saate kadar başka bir insan gibi yaşadım. Kahvaltıdan uzun süredir tat almadığımı, kitap okumadığımı farkettim ve bu hatalarımı düzelttim. Bi süre sonra herşey bigün önceki gibi devam etmeye başladı. Sevmediğim düzenime döndüğümü anladığım gibi sokağa attım kendimi. Aslında edebi bişeyler yazıcaktım ağdalı cümleler vs. ama olmadı gene. Sildim yukardakileri yazdım. Silerken de şunu düşündüm: ''Acaba benim gibi kaç insan otlu peynir kokusunu bilmediği için edebi şeyler yazamamıştır.'' Gözlerimi kısıp görebildiğim en uzak noktaya baksam da otlu peynir eksik hayatımda.
Düzenli kitap okumamamdan başlayıp gündemle paralel siyasi değerlendirmeler yapıp düzene söve söve bitirirken herkes monitör başında beni alkışlardı.
Ortaçağ'da dergilerde sorulan sorulara gönderilen mektuplar arasında en iyisi yarışmanın birincisi ilan ediliyormuş. Filozofların popülerliği derslerine karışan kişi sayısıyla orantılı olurken çoğu bu sorulara verdikleri yanıtlarla gündemde kalmışlar. Rekabetin sadeliğine vurulmamak mümkün değil.
Seçim döneminde projelerden bahsetmek yerine bayrak asıp rakibe bok atmanın rekabetten sayılmaması gerekir. Bayrak asma kısmının saçmalığını görmezden gelsem bile uzun süredir takıldığım bir nokta var. Bayrakları diken insanlar çılgın gibi para kazanıyorlar ama bayrakların şu gün anlamı olmadığı gibi seçimlerden sonra kullanışlılığı da kalmiycak. Ama bu adam deli gibi para kazandı... Saçma şeylerden istihdam yaratınca bu insanın manevi değeri nerde kaldı? Aklı fikri sonuçta bişey üretmediği bayrakta kaldı bu adamın; olmayan bişeyi üretip satmaya adadı kendini, bi anlamı kalmadı adamın.. Yaptığım işle bişey üretip üretmeyecek olmam kafamı bayağı kurcalıyor özetle. İstihdam tuhaf şey. Mesela jeton diye bişey olmayabilirdi hayatımızda. Biz de Amerikan filmlerindeki gibi çeyreklik atabilirdik makinelere. Jeton üretenler de satanlar başka yerlerde olurdu.
Derste, köpek ve karanlıktan korkan insanın karanlık bir yere saklanıp kovalayan köpekten
kurtulduğu zaman köpek korkusunun karanlığa üstün geldiğini öğrendim.
Pekii, ben karanlıktan ve örümcekten korkuyorum. Tuvaletlerde gördüğüm örümceklere isimler takar -sadece behçet ismini takıyorum- halini hatrını sorarım. Sensörlerle kişiyi algılayıp ışığı açıp kapatan tuvaletlerde -fotosel deniyodu sisteme galiba- işerken hareketsiz kaldığım için ışık sönüyor. Ben bu durumda karanlıktan mı örümceğin olası hareketlenmesinden mi korkarım ? neden rahatlamak için şarkı söylemeye başlarım ? Derste sınıfa yöneltmek istediğim soruydu bu...
En son arkadaşlarla içmeye gittik. İstiklal'de önümüzde yürüyen teyze ani bi şekilde arkasına dönüp: ''Bülülülülü'' deyince içimize doğru sıçtık. Anlamış olucak ki ''Korkmayın benden zarar gelmez size'' dedi ve şovunu ''Maymunum ben'' diyerek bitirdi. David Lynch gizli kameraya görüntülemiş olabilir bizi, zira filmlerini aratmayan bir enstantaneydi.

20 Mart 2009 Cuma

Prologue

1 2 4 12 17 19 27 31 33 47

Süper Loto'da çıkmayacağını tespit ettiğim bu rakamlar tek fire vermiş olmasına rağmen - 2 tüyosunu vereni bi hatırlarsam!! - altı kolonda tek rakam bile tutturamamış olmam İnternet Mahir tadında bi site açıp voleyi burdan vurma düşüncesine yol açtı. (Aslında ufak bi sohbet sonucu yazmaya karar verdim ama bloga başlangıç yazısı yazmak gerçekten zor. Bundan sonra doğruları konuşucam.) Hemen doğruları konuşmaya sinemadan başlıyorum...

Slumdog Millionaire...
Herkes öldü bitti bayıldı ; ben bişey hissetmedim. ''Her insan Oscar kazanabilir'' düşüncesini oluşturdu insanların kafasında. (Issız Adam'ın her erkeğe erken boşalma hakkı vermesi gibi. Her yıl kutlanabilir sinsice.) Milyoner'e dönelim. Oyunculuk da yok. İnsanlara çok tuhaf hatta fantastik gelmiş olabilir filmde işlenen yaşamlar ama bana etrafı biraz dikkatli izlersen gözlemleyebileceğimiz manzaralarmış gibi geldi.

Changeling,
Angelina Jolie'yi gerçek bi olaydan uyarlanmış ciddi bi rolde izlemek güzeldi. Baya iyi oyuncu olduğunu bilmemkaç yüzüncü filminde görmek üzücü. Kıçını göstermeye gösterdikleri cerrah hassasiyetini repliklerini yazarken gösterseler daha iyi olurmuş. Ya da ben yanlış şeyler düşünmüşüm hep..

Transporter 3..
Oof of... Niye izledim ki ? Gençlik, cahillik ne dersen de haklısın. Sırt kasından oluşan sıkıcı insan Jason Statham'ı bu filmde Jackie Chan ve Yamakasi rollerinde izliyoruz. Nasıl diye sormayın, izlemeyin izletmeyin.

Son olarak Lost,
Jack, Kate, Sawyer, Juliette okey masasına otursa kim kiminle eş olmak ister ? Dizinin son bölümünü izlerken bu soru geldi aklıma. En uzun pembe dizinin senaristlerini hayata küstürebilecek potansiyele sahip bu dörtlünün akibetini kestirmek zor ama insanın arkadaşını tanıması için tatile gitmesi kadar okey masasına oturup uyumluluklarını test etmeleri de önemli bence:
Kate, Jack'le eş olmak ister.
Sawyer, Kate'i ayılar gibi sevse de Juliette der.
Juliette duygularını olduğu gibi söyleyebilecek tek karakter olduğundan Sawyer der.
Jack iki kadını da ister ama söyleyemez tabii ki. Ama birini de seçmez. Lider pipisinden güç alarak demokratik bi cevap verir ve erkeklere kızlar yapalım der. İkisine de açık kapı bırakır. Çakaal...