15 Kasım 2009 Pazar

perşembe gecesi tıkanmayı izledim. güzel bi film ama biraz da alındım çünkü çok bariz ilerleyen senaryoda sonu tahmin edememem kendimi aptal gibi hissetmeme sebep oldu. sonrasında kafama hayatı boyunca A alan bir öğrencinin mezun olmadan önceki son sınavından B- (bi maynıs)gibi
-kendince- kötü bi not alması onu delirtir mi? sorusu takıldı. Bu vasat bir öğrenciye mümkün değilmiş gibi geliyor ama hazırlıkta İngilizce quizinden arkadaşım 98 aldı diye hüngür hüngür ağlamıştı. Ben de 90 aldığım için sırıtıyodum o anda. Hayat bize bazı misyonlar belirlemiş gibi hissettim bi an. Sanki onun pek dışına çıkılmıyor, sanki özgürlük insanların politik hazlarını tatmin etmek için varolan bi nane.

cuma da 2012'yi izledim. ilk yarının bibuçuk saat sürmesi yıprattı beni bi de mayalardan hiç bahsetmemeleri. 3 saat sinemada geçirilecek bi süre değil bunu da anladım. film arasında evimi özledim. klişeleriny anında bikaç orjinal fikir vardı ama 2012'yi full hd evde izlemekçok akıllıca olurmuş.

25 Ağustos 2009 Salı

Bugün hava bir 20 mayıs gününde ne kadar kötü olabilirse o kadar kötüydü. KPSS denen zibidiliğe başvurma telaşım olmasa balkondan kafamı bile çıkarmazdım. Babetlerle yağmura yakalanmış bir kız gördüm ve üç saniyeliğine onunla empati kurmayı deneyince sıkıntım büsbütün arttı. (neden insanların babet giydiğini de anlayamamışımdır zaten.) Bu tip sıkıntılı atmosferdelerde her zaman olduğu gibi bu işimi halletmem de mümkün olmadı.

***

Havaalnında algılarımın sınırını zorlayan bir meslek kolu var. insanlar ülkemizi ziyarete geliyorlar ve otele gitmek için taksi tutmak yerine araç kiralıyorlar. buraya kadar absürd bi durum yok. uçak çıkışı greeterlar ellerinde kağıtlarla bi saat boyunca gelmelerini bekliyorlar.greeterlar bunları kaçırırlarsa ya da ufak bi aksaklıkta bikaç dakika bekletmek zorunda kalırlarsa bu insanların kaprisini çekmek zorundalar. bunun bi iş olması kafamı karıştırıyor. bi sırt çantasıyla taksiye atlamayıp mercedes bekleyen bi adamın egosuyla ilgili kitap yazabileceğimi düşünüyorum. ve greeter arkadaşlar ne zaman karşılamaya gitseler ben bir kez daha böyle bir iş olduğu için şaşırıyorum.

***

kişisel gelişim konusuna kafayı takmam sonucu üretebildiğim tek özlü söz şu oldu:


hayat yağlı güreş gibidir, elenseyi hızlı çekemezsen kıspetin içindeki eli hissedersin.

***




Günümüzde günahtan arınmanın yerine suçluluğun sanki bir marifetmiş gibi itiraf edilmesi geçti. Hele bir 'kendimi suçlu hissediyorum' deyin, ne sihirdir ne keramet, cezanızı çekmiş sayıyorlar. (benim olamiycak kadar güzel bi tespit)


***

Diskografisini dinlemek isteyip üşendiğim grupları buraya not aliyim: depeche mode, portishead, black heart procession, çoğunu dinlemiş olsam da tool. depeche mode fragile tension çok güzelmiş.


***

Yaptığım bi hata sonucu yıldız tilbeyi hayatıma dahil ettim. o iki lanet şarkının kafamda dönüp durmasını engelleyen tek şarkının ondkall olması da garip geliyor.


***

10 yıldan fazla süredir tanıdığım arkadaşım Mazhar Alanson'u mazhar elensın diye telafuz edince ne yapsam bilemedim. bir diğer arakdaşım da canpare büsküğsünü yabancı marka sanıp kenpeyr diye istemişti.


***

beni hiç tanımayan insanların benimle her konuyu paylaşabilecekleri kadar yakın hissetmesi durumuna alışamıyorum. bunu sadece tanıdıklarım yapsa iyi olur. evleneciği kızın hayatındaki ilk kadın olacağını söylerken gözlerin parlaması ve benden onay bekleyen bakışlar, yatmadığın bi insanla nasıl evlenebilirsin kontra sorusunu sormamı engelliyor. karşımdakinin moduna girmeyip kendim olmam lazım artık.

14 Ağustos 2009 Cuma

Vampir olmanın muazzam bir şey olacağına an itibariyle karar verdim. Yapmak istediklerini gerçekleştirmek için önünde zaman sınırı yok. ''Dünyadaki en büyük arp ustası olucam.'' şeklinde talihsiz bir cümle kursanız bile lafınızı yemek durumunda kalmazsınız.


Arp çalan vampir olmak için atıcağım ilk adım bir arp ustası bulmak olurdu ve bunu aramaya 10 yıl harcayabilirdim. Sağda solda göreceğim herşeyi denemek isteyeceğim düşünülürse ustayla büyük zaman aralıklarıyla görüşürdüm. Pek de umurumda olmazdı.

20 Haziran 2009 Cumartesi

kısa film

dişleri bir yıl boyunca ağrıyan adam bir yılın sonunda dişe rakı basma vay klor sürme yok efendim karbonatla fırçalama gibi yöntemlerden sonuç alamayınca dişçiye görünmeye karar veriyor. Dişçi muayeneden sonra 20 yaş dişin, önemli bi mevzu değil sen süper adamsın dişlerin çürüyecek hali yok ya diyor. adam da ağzın bal yesin doktor ben madem bu kadar önemli adamım insanlara örnek olmak adına diş bakımımı dişlerimin çürüme ihtimali varmışçasına yaptıracağım diyor. o günden beri de 3 ayda bir dişlerini kontrol ettiriyormuş gibi dişçiye gider. halk onu örnek alır. diş sağlığına gereken önemi vermediğimiz ortaya çıkar. mesaj yerine ulaşır.

5 Haziran 2009 Cuma

Terminator 4: Salvation

Sıcağı sıcağına terminatör yazısı yazmak geldi içimden umarım spoylır vermem:
Terminator 3 faciasından sonra çok heyecanlanarak beklediğim bir film değildi ama izlerken çok keyif aldım. Christian Bale'in kaderinde oynadığı çok iyi filmlerde ikinci planda kalmak var heralde. Prestige'de Hugh Jackman'ın, Batman'da Joker'ın gölgesinde kaldığı yetmezmiş gibi Terminator 4'te de Markus abi rolündeki Sam Worthington'un gölgesinde kalıyor. İyi oynadığı halde her filmde biraz daha gözden düşüyor bence.


Filmi izlemeden önce çok fazla gönderme yapılacağını okumuştuk; hepimiz biliyorduk ama suyu çıkmış. Ben de biliyorum Terminator 2'nin daha iyi olduğunu da McG zibidisi sen daha önce hiç doğru düzgün film çekmemiş bi yönetmen olarak orjinal sahneler ekleyiverseydin fena mı olurdu.


Gönderme faslından sonra esinlenme kısmı var ki spoiler mpoiler dinlemeden yazıyorum: (önemli filmleri ilk gün izleyin)

-Filmin boyunca insanları toplayan robotun sesi Dünyalar Savaşı'ndaki robotla aynı. (O zaman da bu ses beni dehşete düşürmüştü.)
-Filmin başındaki belden aşşağısı kopuk robot Romero'nun zombi filmlerini anımsattı.(Bu ilk filme gönderme ayrıca)
-San Fransisco'daki Skynet merkesi Mordor'a çok benziyor.
-Bunu nasıl yakaladım bilmiyorum ama robotların enteresan versiyonları olması, bizim onları yeni tanımamız, ve bazılarını çok az gösterip geçmesi Cloverfield'ı anımsattı. (Tam açıklayamadım farkındayım.)
-Bunu ben yakadlamadım. Marcus ''Gears of War'' oyunundaki Marcus'a tavırlarıyla çok benziyor ve oyundaki yönlendirdiğimiz karakterin adı da Marcus.
-Direniş geyiği ''Empire Strikes Back'' tadındaydı.

Keşke olmasaydı dediğim sahneler de var filmde. Bijon anahtarı fırlatarak robot kovalama, mototerminatorun sürüklendikten sonra şans eseri uçağın motorunu patlatması, t800 ün Connor'u yakaladığı yerde ümüğünü sıkacağına sağa sola fırlatması gibi...

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Valkyrie'de Hitler'e suikast düzenleyip yönetimi ele geçirmeye çalışan, delilikten sıkılmış insanların gerçek hikayesini izlemiştim. 2 ay olmuştur izleyeli. O adamların içindeki heyecan ve korku nasıl güzel aktarıldıysa izlediğim filmleri yazma hissini uyandırdı bende. Hitler'in suikastte ölmediğini bilmemize rağmen filmdeki yüksek tempo -aksiyondan ziyade diplomatik olsa da- nefes almadan izletmişti filmi.


Burn After Reading uzun süredir izlediğim en iyi komedi filmi. Brad Pitt'in izlediğim filmleri içerisindeki en çok sevdiğim karakter oldu sürekli dans edip dangalaklığın limitinde yaşayan fitness salonu görevlisi. Brad Pitt ayarındaki Hollywood oyuncularının yakışıklı olduğunu biliyoruz zaten. Süper özelliklere sahip kahramanları bu adamlara oynatınca tanrısal bi görünüm kazanıyor bu abiler. Fight Club izleyip Brad Pitt gibi olmak istemeyen yoktur herhalde. Ya da Matrix izleyip Neo'ya öykünmemek çok zor. (Morpheus sevmem çünkü zencilerin tek iyi özelliğine zaten sahibim... Bembeyaz dişler.) Hiç gerek yok bunları iyi ve yakışıklı oyunculara oynatmaya. İlyas Salman da oynardı Neo'yu. Konudan bu kadar sapmışken filmi tavsiye edemiyorum.


Benjamin Button'u izledim bunlardan sonra. İyi film, orjinal fikir, iyi güzel de; o çocuğu ana babasından başka yadırgayan insan çıkmaması tuhaf geldi bana. Çok fazla söylenecek şey bulamadım. Zaten The Wrestler'ı öven bi yazı yazmak istiyodum başından beri.


Yazan mı dahi, yöneten mi ? Ben mi çok abartıyorum ? Neden ülkemizde hakkında senaryo yazılamayacak hödük Kırkpınar Güreşleri var ? Güreşçi son dönemde izlediğim filmlerin hepsine fark attı. Mickey Rouke tanrı olabilir. Marisa Tomei de filmin yarısında çıplak olmasına rağmen ciddiye alınıcak bi performans ortaya koymuş. (Çıplak insanları ciddiye almıyorum evet.) En son bu kadar iyi oyunculuk 21 grams da görmüştüm. Bunu izleyin. Bir sonrakini anlatıcağımı izlemeseniz de olur.


Reader'ın senaryosunu Türk bir yapımcıya götürsek ''Nüfusun yüzde 20'si okuma yazma bilmiyor. Sen ana karakterin okur yazar olmamasından yola çıkıp yazmışsın, bunu kimse ciddiye almaz.'' der. Bir kadının okuma bilmemesi üzerine kurgulanan film beni pek etkilemedi sonuç itibariyle.


Son olarak da Bağcılar Gotik Kulübü'nden arkadaşları karşıma almak pahasına hazırladığım playlisti paylaşıyorum sizlerle.

http://www.playlist.com/playlist/16286614795

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bir Tembelin Günlüğü

Dün gece apartmandan girdiğimde otomatiğe bastım ve düğme basılı kaldı. Dönüp onu düzeltmedim çünkü elle bastırmadıkça bi daha yanmayacağını düşündüm. Merdivenden çıktım, eve girip yattım. Sabaha kadar ışık açık kalmış mıdır diye düşündüm. Küresel ısınma, milli servet gibi şeyler geçti kafamdan ama kalkıp ışık yanıyor mu yanmıyor mu kontrol etmedim. Zamanında düğmeyi düzeltseydim kelebek etkisi olarak olay örgüsü değişecekti ve süper uyuyacaktım. Dinlenemediğim için tembelliğin yorucu olduğu sonucuna varabilirim ve filmlerde artık kelebek etkisi zibidiliği kullanılmamasını dileyerek yazıyı noktalayabilirim. Esen kalın

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Dün gece rüyamda bi akvaryum balığıydım ve üzerime doğrultulmuş bir silah vardı. Beni vursa mı daha kötü yoksa akvaryumu parçalasa mı bilemedim.

22 Nisan 2009 Çarşamba

Usul usul yağan nisan ayının ayrı bir tadı olan nisan yağmurunu her canlı gibi ben de severim. Tatlı bi serinlik, tertemiz hava, parklarda toprak kokusu... Bu kez bahar yağmuru ilk iki cümlede saçmalamamı ''Sana mı kaldı komik edebi cümleler kurmak?'' diye azarlarcasına müthiş bir öngörüyle cezalandırdı. Havalalar ısınıcak, yağmuru yazın çok ararız biraz serinleyelim mantığıyla yola çıkıp perfect storm a şahit oldum. Sokakta panik içinde koşanlar , fırtınanın kalbinde sevdiklerini arayıp vedalaşmak isteyenler. Bu insanlar drama etkisini arttırmak için dalga sesi çıkarıyorlardı. Dalgalar her an yutabilirdi bizi. Benim kontürüm yoktu arayamadım kimseyi. Krizi fırsata çevirme geyiğine bir halka da ben ekledim. Yağmurda sığınacak yer arayan insanlar için boş dükkanlar kiralayıp paraya para dememeye karar verdim. Sonra kafelerin ve diğer dükkanların da bu basit işleve sahip olduğunu görüp bu işi de zengin olduğumda gerçekleştireceğim projelere ekledim. Açıcağım diğer dükkanlar da; Moonspell Dürümcüsü, Şeytan Rıdvan Gothic Fashion ve Mert'e sermaye sağlayacağım The Smiths Simit Sarayı. Enteresan fikri olanlar comment yazsın maddi manevi her türlü yardıma hazırım efendim..

21 Nisan 2009 Salı

Strateji oyunlarında oyun başlar başlamaz karşı taraf asker çıkardığı binayı kurup birer birer yollar ya askerlerini sinir bozucu bi şekilde (oynamayanlar tiksinmesin diye oyun terimi yazmadım.). Günüm David Lynch'in yolladığı adamla başladı:
-> Ne o duvar kenarından gidiyosun hahayt güvenli di mi kenardan kenardan hihoyt (suratta maksimum sırıtış)
<- ...
-> Hayırlı cumalar (sıkmam için elini uzatır)
<- Saol sana da (bi git sabah sabah)
-> Gel bi de öpiyim (uzanıyor)
<- Gerek yok
-> Camimize bağış eeöğ yanlış anlamazsan.
<- Gerek yok

Bu konuşma sırasında kafamdan cami ve mescit arasındaki fark geçiyordu. Cami ibadet edilen yapı, mescit ise sınırları sanal çizgilerle çizilmiş alanmış. Mescid-i Aksa 800 dönüm mesela. Mescit camiden daha havalı anlayacağınız. Bi gün biri mescit için yardım isterse sınırları genişletip otopark yaptırmalarını tavsiye ederim artık.

Bu ara herkes taşınıyor. Perşembe günü Erkan'a yardım etmediğim için karma beni Cuma günü yukarıdaki amcayla cezalandırdı. Bi kaç gün sonra da kuzenimin evini taşıdık. Taşınmadan önce, boşanmayı geciktirmek için son çırpınışlarını gerçekleştiren bi insan gördüm. Drama izlemek işime gelmedi, ''amelelik kısmı başladığında beni çağırın'' diyip çıktım. Çıktığımda ex enişteye acıdığım kadar Mustafa Topaloğlu'na acımadığımı anladım. Barıştırmak için gereken konuşmayı da yapmıştım ama biten bitiyor işte...

13 Nisan 2009 Pazartesi

sağol haşmet abi !

Slumdog Millionaire'den nefret ettiğimi, kötü bi film olduğunu söylediğim için dost meclislerinde çok eleştirildim, çok yıpratıldım fakat imdadıma Haşmet Babaoğlu yetişti. Pazar günü yazdığı köşeyazısını aynen aktarıyorum:

''Günler, haftalar geçtikçe Slumdog Millionaire filminin nasıl bir palavra olduğunu, nasıl süslü bir aldatmaca, nasıl trendy bir "ürün" olduğunu daha iyi anlıyorum. Hele dün 'Okuyucu/The Reader' filmini seyredince bu gerçek zihnimde iyice belirginleşti. Slumdog Millionaire global ekonomik kriz dönemine uygun biçimde üretilip iyi pazarlanmış bir Walt Disney öyküsü gibi göründü gözüme!''




30 Mart 2009 Pazartesi

Yazmiyim dedim, zaten çok bıdı bıdısı yapılıyor dedim ama: dayanamıyorum artık, seçim yazısı yazma isteğime karşı koyamıyorum. Siyaset bağımlılığının değişik bi evresi olsa gerek deyip seçimle ilgili enteresan detayları Kral Tv Top 5 listesi tadında anlatmaya başlıyorum:

5 numarada, peygamberler şehri Urfa'da bağımsız aday olup oyların tamamına yakınını alan Ahmet Eşref Fakıbaba var. Bu adam son peygamber olduğunu iddia etse Urfa'da kabul görür gibi bi izlenim uyandırdı bende. Erdoğan, ''indiğin trene bi daha binemezsin'' demişti kendisine.

4 numarada, Tayyip Erdoğan'ın basın toplantısı var. Beklenenin altında oy almasının yanında; Antalya, Balıkesir, Manisa gibi kazanılmasından emin olunan illerde kaybedilmesi hakkında konuşurken yüzünün aldığı hüzünlü ifadeyi izlemek paha biçilemez. (Yazar, yazının bu kısmında rengini belli etmiş. Çok ayıp. Ayrıca şizofren kendisi... Yemişim ayıbını.)

3 numarada muhtarlık seçimlerinin komikliği var. Neden muhtar için oy kullanıyoruz ki? İkametgah senedi çıkartmak için yılda bir-iki kere göreceğimiz bir insan ve o da normal bir çalışan. Bir muhtar adayının diğerinden ne farkı olabilir ki ? Seçim vaadi olarak 10 parmak yazmayı ya da laser printer almayı vaat eden olmuş mudur acaba ?

2 numarada, rektörlük seçiminde veto yedikten sonra Antalya'da belediye başkanlığını açık arayla kazanan Mustafa Akaydın var. Bu sonuç, bir götoluş destanı olmasının yanısıra Antalyaspor'un sezon sonunda küme düşmesiyle sonuçlanan komplo teorisini beraberinde getirmiş ve Mert'le bana süper geyik malzemesi olmuştur.

Veee 1 numaraaaa: 1 numara CHP'nin Şişli adayı, 1 numara puştluğun totoşluğun kitabını baştan yazıcak kapasiteye sahip düşünce tarzı, 1 numara MUHARREM SARIGÜL.. CHP'nin Mustafa Sarıgül'ün oylarını bölmek için yaptığı çok açık şekilde belli olan bu hareketi beni çok eğlendirdi açıkçası. CHP'ye durmak yok, muhalefete devam...

26 Mart 2009 Perşembe

Next: Enakhtar

Bugün altı buçukta uyandım. ALTI BUÇUK !!!!
Uykumu alamadığım zamanlar yüzümün eriyip aktığını hissederim ama bu sefer herşey normaldi. Tuhaf hissettim; ben değildim sanki o saati yaşayan. Koşmaya başladım. Nasıl bi dinamiklik, nasıl bi sportmenlik... Hergün uyandığım saate kadar başka bir insan gibi yaşadım. Kahvaltıdan uzun süredir tat almadığımı, kitap okumadığımı farkettim ve bu hatalarımı düzelttim. Bi süre sonra herşey bigün önceki gibi devam etmeye başladı. Sevmediğim düzenime döndüğümü anladığım gibi sokağa attım kendimi. Aslında edebi bişeyler yazıcaktım ağdalı cümleler vs. ama olmadı gene. Sildim yukardakileri yazdım. Silerken de şunu düşündüm: ''Acaba benim gibi kaç insan otlu peynir kokusunu bilmediği için edebi şeyler yazamamıştır.'' Gözlerimi kısıp görebildiğim en uzak noktaya baksam da otlu peynir eksik hayatımda.
Düzenli kitap okumamamdan başlayıp gündemle paralel siyasi değerlendirmeler yapıp düzene söve söve bitirirken herkes monitör başında beni alkışlardı.
Ortaçağ'da dergilerde sorulan sorulara gönderilen mektuplar arasında en iyisi yarışmanın birincisi ilan ediliyormuş. Filozofların popülerliği derslerine karışan kişi sayısıyla orantılı olurken çoğu bu sorulara verdikleri yanıtlarla gündemde kalmışlar. Rekabetin sadeliğine vurulmamak mümkün değil.
Seçim döneminde projelerden bahsetmek yerine bayrak asıp rakibe bok atmanın rekabetten sayılmaması gerekir. Bayrak asma kısmının saçmalığını görmezden gelsem bile uzun süredir takıldığım bir nokta var. Bayrakları diken insanlar çılgın gibi para kazanıyorlar ama bayrakların şu gün anlamı olmadığı gibi seçimlerden sonra kullanışlılığı da kalmiycak. Ama bu adam deli gibi para kazandı... Saçma şeylerden istihdam yaratınca bu insanın manevi değeri nerde kaldı? Aklı fikri sonuçta bişey üretmediği bayrakta kaldı bu adamın; olmayan bişeyi üretip satmaya adadı kendini, bi anlamı kalmadı adamın.. Yaptığım işle bişey üretip üretmeyecek olmam kafamı bayağı kurcalıyor özetle. İstihdam tuhaf şey. Mesela jeton diye bişey olmayabilirdi hayatımızda. Biz de Amerikan filmlerindeki gibi çeyreklik atabilirdik makinelere. Jeton üretenler de satanlar başka yerlerde olurdu.
Derste, köpek ve karanlıktan korkan insanın karanlık bir yere saklanıp kovalayan köpekten
kurtulduğu zaman köpek korkusunun karanlığa üstün geldiğini öğrendim.
Pekii, ben karanlıktan ve örümcekten korkuyorum. Tuvaletlerde gördüğüm örümceklere isimler takar -sadece behçet ismini takıyorum- halini hatrını sorarım. Sensörlerle kişiyi algılayıp ışığı açıp kapatan tuvaletlerde -fotosel deniyodu sisteme galiba- işerken hareketsiz kaldığım için ışık sönüyor. Ben bu durumda karanlıktan mı örümceğin olası hareketlenmesinden mi korkarım ? neden rahatlamak için şarkı söylemeye başlarım ? Derste sınıfa yöneltmek istediğim soruydu bu...
En son arkadaşlarla içmeye gittik. İstiklal'de önümüzde yürüyen teyze ani bi şekilde arkasına dönüp: ''Bülülülülü'' deyince içimize doğru sıçtık. Anlamış olucak ki ''Korkmayın benden zarar gelmez size'' dedi ve şovunu ''Maymunum ben'' diyerek bitirdi. David Lynch gizli kameraya görüntülemiş olabilir bizi, zira filmlerini aratmayan bir enstantaneydi.

20 Mart 2009 Cuma

Prologue

1 2 4 12 17 19 27 31 33 47

Süper Loto'da çıkmayacağını tespit ettiğim bu rakamlar tek fire vermiş olmasına rağmen - 2 tüyosunu vereni bi hatırlarsam!! - altı kolonda tek rakam bile tutturamamış olmam İnternet Mahir tadında bi site açıp voleyi burdan vurma düşüncesine yol açtı. (Aslında ufak bi sohbet sonucu yazmaya karar verdim ama bloga başlangıç yazısı yazmak gerçekten zor. Bundan sonra doğruları konuşucam.) Hemen doğruları konuşmaya sinemadan başlıyorum...

Slumdog Millionaire...
Herkes öldü bitti bayıldı ; ben bişey hissetmedim. ''Her insan Oscar kazanabilir'' düşüncesini oluşturdu insanların kafasında. (Issız Adam'ın her erkeğe erken boşalma hakkı vermesi gibi. Her yıl kutlanabilir sinsice.) Milyoner'e dönelim. Oyunculuk da yok. İnsanlara çok tuhaf hatta fantastik gelmiş olabilir filmde işlenen yaşamlar ama bana etrafı biraz dikkatli izlersen gözlemleyebileceğimiz manzaralarmış gibi geldi.

Changeling,
Angelina Jolie'yi gerçek bi olaydan uyarlanmış ciddi bi rolde izlemek güzeldi. Baya iyi oyuncu olduğunu bilmemkaç yüzüncü filminde görmek üzücü. Kıçını göstermeye gösterdikleri cerrah hassasiyetini repliklerini yazarken gösterseler daha iyi olurmuş. Ya da ben yanlış şeyler düşünmüşüm hep..

Transporter 3..
Oof of... Niye izledim ki ? Gençlik, cahillik ne dersen de haklısın. Sırt kasından oluşan sıkıcı insan Jason Statham'ı bu filmde Jackie Chan ve Yamakasi rollerinde izliyoruz. Nasıl diye sormayın, izlemeyin izletmeyin.

Son olarak Lost,
Jack, Kate, Sawyer, Juliette okey masasına otursa kim kiminle eş olmak ister ? Dizinin son bölümünü izlerken bu soru geldi aklıma. En uzun pembe dizinin senaristlerini hayata küstürebilecek potansiyele sahip bu dörtlünün akibetini kestirmek zor ama insanın arkadaşını tanıması için tatile gitmesi kadar okey masasına oturup uyumluluklarını test etmeleri de önemli bence:
Kate, Jack'le eş olmak ister.
Sawyer, Kate'i ayılar gibi sevse de Juliette der.
Juliette duygularını olduğu gibi söyleyebilecek tek karakter olduğundan Sawyer der.
Jack iki kadını da ister ama söyleyemez tabii ki. Ama birini de seçmez. Lider pipisinden güç alarak demokratik bi cevap verir ve erkeklere kızlar yapalım der. İkisine de açık kapı bırakır. Çakaal...