8 Ağustos 2011 Pazartesi

4 gündür televizyon izliyorum. bu yeterince kötü değilmiş gibi reklamcıların yaratıcılık fakiri olması beynime kalıcı zarar vericek diye korkuyorum. her sucuk ve tava reklamının ilk saniyesinde laaps diye kırıyolar yumurtayı. hele bi tanesi var ki ilk salisesinde ekmeği banıyo. yeter ya ! ben de insanım.. çok kızıyorum. flashover olucak, kendime zarar vericem.

20 Şubat 2011 Pazar

orta son mu orta iki mi ne, yaz tatilinde alanya'ya gitmiştik. gerçekten iyi bi tatil geçirmiş olmalıyım ki döndüğümde şu rüyayı görmüştüm:

sahilde arkadaşımla gezerken suyun içinde bi mağara girişi keşfediyoruz. normalde cesaret edemeyeceğimiz şeyleri rüyamızda yapma geleneği burda da sürüyor ve ben mağara girişine doğru dalıyorum. su o kadar dingin ve olabilecek en iyi renkte ki transa geçip uzun süre açıklara doğru ilerliyorum. bi boşluğa gelip su üstüne çıkınca daha ileriye gitmek için cesaret bulup tekrar suya dalıyorum. suyun dibi kum, hiç yosun yok ve yerebatan sarnıcındaki medusa heykelini andıran heykeller var. belli bi alanda baya bi yüzdükten sonra sahile geri yüzüyorum ve gördüklerimi kimseye anlatmıyorum rüyada. hatta rüyayı bile kimseye anlatmıyorum ki insan kalabalığı o güzelliği de bitirmesin.

onyedi şubat ikibinonbir gecesi bu rüyanın devamını gördüm. kimseye bahsetmediğim güzellikler birisi tarafından keşfediliyor. ben habersiz bi şekilde sualtı mabedimi görmeye giderken sahile konulmuş turnikeleri görüp yıkılıyorum. dayanamayıp parayı veriyorum ve orayı keşfeden ve bunun sonucunda zengin olmuş adamın böbürlenmelerini dinlemek zorunda kalıyorum. herkese cesareti sayesinde burayı keşfettiğini ve dünya çapında meşhur biri olduğunu anlatıyor. ben suya dalıyorum ve hiçbişeyin eskisi gibi olmadığını görüp üzülüyorum.

ikinci rüya gerçekten de baya saçma. ama dehşet içinde uyandım. çünkü on yıldan uzun bi süre önce gördüğüm rüyanın ikincisiydi. aklımı kaçıracak gibi oldum, insepşın bi süre basit geldi. sonra tekrar gördüm. su altındaki heykeller de alanya tatili öncesi pamukkalede bi otelin havuzunun içinde bulunan heykeller. beyin, ne güzel ve ne kadar korkutucu bişeysin sen..

8 Temmuz 2010 Perşembe

Bu maçı İspanya'nın alacağını bilmek için ahtapot olmaya gerek yok

İşsiz olmanın verdiği saçmalama potansiyeliyle bilim adamlığı yapmaya devam ediyorum. İstanbul'un en güzide sitelerinden havuz suyu numunesi alıp ph değerlerini vs. ölçtük arkadaşımla. Kendini çok havalı sanan vasat insanların sitesinde halk kahramanları gibi karşılanmak egomu ne şekilde etkiledi, şaşkınlıktan denetleyemedim bile. 7 tane site gezdim. En tuhafı Göktürk denen yerdi. Gitmeden önce ne biçim yerdir, kim yaşar orda gibi aşağılayıcı cümleler kurdum. Bu lafları sonradan yutacağımı tahmin edemezdim. Dağın içine yerleştirilmiş, İstanbul'un trafiğinden kendini soyutlamayı başarmış bi ilçe. Sitenin havuzuna geldiğimde insanların çalışmaları gerekmeyen bi hayat kurmayı başardıklarını gördüm. Orta yaşlı adamlar, karısı ve çocuklarıyla o park senin, şu havuz benim takılıyolardı.Yöneticiye sordum: bu insanların işi nerde, burası nereye yakın gibilerinden bişeyler. Buradakiler pek işe gitmiyor, çoğu borsacı, banka genel müdürü, ya da büyük şirketlerin CEO'ları yanıtını aldım. Ne kadar çok CEO var ya. İlk duyduğumdan beri ''see you'' yu çağrıştırıyor bana. Bi süre çalışıyosun. CEO oluyosun, see you diyip kafana estiğinde işe gitmeye başlıyorsun.
Günün sonunda Kuruçeşme Divan'ın havuzuna gittik. Akşam 8'de gittiğimiz için kimse yoktu. 15 dakika kadar durduk içerde ama ömrüm birkaç yıl uzamıştır. Havuz surların dibinde, sarmaşıklar tarafından çevrelenmiş durumda ve boğaz manzarası var. Daha fazla konuşmak istemiyorum. Kendi küçük hayatıma dönmem lazım. KPSS, sonrasında iş ve diğer sıradan kaygılar...

6 Temmuz 2010 Salı

- i see hallucination

- what do you see ?

- i see music

5 Temmuz 2010 Pazartesi

güzel filmler - kötü müzikler

Milk, The Imaginarium of Dr. Parnassus, In Bruges - Unirock grupları

Milk, dünyanın en entellektüel heteroseksüel erkeğine bile başlangıçta ''noluyoruz la'' dedirtecek cinsten eşcinsel ilişkiyi gözümüze sokan bi film. Bi süre sonra alışılması için erkekler için ayrı bir soru işareti olsa da konunun çok güzel işlenmesi bu gereksiz kaygıyı hızla ortadan kaldırıyor. Oyunculuğun müthiş olması ve oyuncuların filmde işlenen karakterlerin gerçek hallerine çok benzemesi benim hoşuma giden detaylar oldu. Diğer iki film daha enteresandı onlara geçesim var.

Dr. Parnassus ve şeytan arasındaki iddia üzerinden giden film birkaç noktada kafamı karıştırdı ve forumlar bu konuda derdime derman olamadığı için film benim ilgimi üzerinde tutmaya devam ediyor. Heath Ledger performansı izlemek için heves etmişken şeytan rolündeki abiden çok iyi oyunculuk izledik. Bunu da Heath Ledger'ın çekimlerin ortasında ölmesine bağlıyorum ki ölünün arkasından konuşmuş olmayayım. Filmde doktorun yardımcısı rolünde Austin Powers Gold Member'dan hatırladığımız Verne Troyer var. Bu cücenin filmde sadık, sinirli bir cüce olduğunu görüyoruz. Benim en çok sevdiğim karakterler şeytan ve cüceydi.

In Bruges, izlediklerim içinde en güzel olanıydı. Şehrin atmosferi, filmde sürekli çalan müzik ve güçlü finaliyle unutamayacağım filmlerden biri oldu. Filmin başlarında Colin Farrell'a sinir oldum. Çünkü, rolünü çok abartılı yaptığını ve küçük bi çocuk gibi davrandığını düşünmüştüm. Fakat senaryonun ilerleyişinde neden o şekilde davrandığını çok iyi bi şekilde anlatınca sinirim geçti ve gönlümün oscarını kendisine verdim. Bu filmde de en sevdiğim karakterin bir cüce olması biraz tuhaf kabul ediyorum. Ama izlediğim iki filmde cücelerin büyük rolleri olması olasılığının azlığı da beni etkilemiştir muhakkak. Bir insanın ardarda izlediği filmlerde iki cüce olması ihtimali iki filmde amerikan başkanının zenci olması ihtimalinden bile düşük. Bu filmdeki cücenin adını imdb lütfedip sayfaya eklememiş ama ben pes etmeyip Jordan Prentice adına ulaştım. Bu cüce diğerine göre çok daha iyi çizilmiş bir karakter. Kokain içince ırkçılığı ortaya çıkan, kendi hiç gülmese de etrafındakileri güldüren sinirli bi piç.

Parnassus ve Bruges arasında Unirock vardı. Evergrey ve Amorphis'i tenzih ediyorum, kötü müziğe doyduk. Günü kurtaran kendi halinde kırmızı renkli bi mp3 playerdı. Kendisini kutluyorum.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Aktivist, aktivistim denildiğini sürekli olarak duyuyoruz. Aktivist aktivia yiyen kadın mıdır, aktif bir eşcinsel midir peki ? Hayır, aktivist eylemci demektir. Her eylem gördüğünde kaçan aktivistler olmakla her eyleme içerik gözetmeksizin katılan aktivist olmak arasında kalmak ne kadar da zor değil mi ? Unicef tabii ki çok önemli bir kurum. Türkiye'de her gün o kadar çok kaçak et kesimi yapılıyor ki birinin buna eylemlerle dur demesi lazım. İyi ki varsın Unicef. Şimdi de yabancı arkadaşlarımız için İngilizce konuşmama geçiyorum:

As we all know i live in Bayrampaşa and all kids are white. This is the real skin color. (Kolumu gösteriyorum) When i first time see a black kid i was really surprised. I don't know what happened to me but my hand started to shake , i lost my consciousness and i slapped him. From this day, i feel very close to white boys and i really like to know that they don't sleep hungry. Except black ones...


yukarıdaki saçmalıkların gerçek düşüncelerimle bi ilgisi yok tabii ki..yardım kuruluşlarının insanlara yardımı dokunduğu kadar gerçektir yazdıklarım.

25 Haziran 2010 Cuma

Çarşamba sabahı arkadaşıma yardım etmek için maslaktaki sun plazaya gittim. Modern bi tesis kurma kaygısının yanında labirentte olduklarını farketmeyen kobay farelerin çalışması için kurulmuş bir tesis burası - cümle pek güzel olmasa da. içeri girerken retina taraması gibi teknolojik bidi bidi aletleri ve farklı bir asansör sistemi kurmuşlar. Çok alakasız bi iş için gitmiştik nasa görünümlü bu yere. Çalışanların mutlu olduklarını gözlemleyip biraz üzüldüm ama sonra vazgeçip onlar adına sevindim. Normal bi insanın çalışmak isteyebileceği bir yerdi orası. Sabah 9 da ordan çıkarken kafam biraz karışmıştı açıkçası. Ama bu daha fazla karışamayacağı anlamına gelmiyordu. Arkadaşımla Kırklareli'ne geçtik. Arıtma tesislerinden numune topladık. Sabahki plaza ile öğlen gördüğüm köylüler arasındaki geçiş türk filmlerindeki komik karakterin adımlarını sayması adımı atan amcayı gördüğümde travma yaratarak gerçekleşti. Adım hesabı ile ölçüm yapan bu amca Zeki Alasya'nın köyden indim şehire filmindeki haline benzeyince istem dışı bi şekilde dünya bi metre düşse ve sonra yerine gelse keşke dedim kendi kendime. İstediğim herkesin bi metre yükselip sonrasında kıçının üzerine düşmesi. Bunun bütün dünya üzerinde aynı anda olamayacagını farkedince dünya içine doğru çökmeli ve sonra tekrar açılmalı dedim. Kırklareli, Çorlu ve Tekirdağ'da işimiz bitince personelin üzerine taktığımız cihazları almak için tekrar maslaka gittik. Bu sefer oradaki sıradışı sisteme alışmış buldum kendimi, ve bu durumu çok yadırgadım. Keşke arıtma tesisinde çalışan adamlardan birini de yanımda getirip bi halk arasında infial yaratsaydım diye hayal ettim. Ama herkes durum normalmiş gibi ya da yaşıyor olmalarının normal olduğunu düşünüyorlarmış gibi kendi dünyası içinde harekete devam ediyordu. Behlül kaçar diyip eve döndüm.