25 Haziran 2010 Cuma

Çarşamba sabahı arkadaşıma yardım etmek için maslaktaki sun plazaya gittim. Modern bi tesis kurma kaygısının yanında labirentte olduklarını farketmeyen kobay farelerin çalışması için kurulmuş bir tesis burası - cümle pek güzel olmasa da. içeri girerken retina taraması gibi teknolojik bidi bidi aletleri ve farklı bir asansör sistemi kurmuşlar. Çok alakasız bi iş için gitmiştik nasa görünümlü bu yere. Çalışanların mutlu olduklarını gözlemleyip biraz üzüldüm ama sonra vazgeçip onlar adına sevindim. Normal bi insanın çalışmak isteyebileceği bir yerdi orası. Sabah 9 da ordan çıkarken kafam biraz karışmıştı açıkçası. Ama bu daha fazla karışamayacağı anlamına gelmiyordu. Arkadaşımla Kırklareli'ne geçtik. Arıtma tesislerinden numune topladık. Sabahki plaza ile öğlen gördüğüm köylüler arasındaki geçiş türk filmlerindeki komik karakterin adımlarını sayması adımı atan amcayı gördüğümde travma yaratarak gerçekleşti. Adım hesabı ile ölçüm yapan bu amca Zeki Alasya'nın köyden indim şehire filmindeki haline benzeyince istem dışı bi şekilde dünya bi metre düşse ve sonra yerine gelse keşke dedim kendi kendime. İstediğim herkesin bi metre yükselip sonrasında kıçının üzerine düşmesi. Bunun bütün dünya üzerinde aynı anda olamayacagını farkedince dünya içine doğru çökmeli ve sonra tekrar açılmalı dedim. Kırklareli, Çorlu ve Tekirdağ'da işimiz bitince personelin üzerine taktığımız cihazları almak için tekrar maslaka gittik. Bu sefer oradaki sıradışı sisteme alışmış buldum kendimi, ve bu durumu çok yadırgadım. Keşke arıtma tesisinde çalışan adamlardan birini de yanımda getirip bi halk arasında infial yaratsaydım diye hayal ettim. Ama herkes durum normalmiş gibi ya da yaşıyor olmalarının normal olduğunu düşünüyorlarmış gibi kendi dünyası içinde harekete devam ediyordu. Behlül kaçar diyip eve döndüm.

23 Haziran 2010 Çarşamba

ilk iki satır kesin yanlış

Otobüs boş diye sevinerek başladım yolculuğuma. Oturduğum yerde 10 milyon buldum, ''aa ne süper'' dedim. Bulduğum 10 milyon yolculuk boyunca çekiceklerimin karşılığıymış meğerse. 10 dakka içinde yer vermem gerekti. Binen teyze insandan çok ağaca benziyordu, baya yaşlı olduğu için mecbur kaldım. Ayaktayken bikaç teyze itekledi beni. Sonra normal bi çocuk sonra da mongol bi çocuk üzerime bastı. Sonra ayaktayken yanıma bi amca geldi. Yer verdiğim teyze bu amcaya yer verebilirdi. Amca entti çünkü. Kırklarelili olduğunu da öğrendim entin. Sonra oturan başka bi yaşlıdan biri zenci saatçi çocuktan ent amcaya yer vermesini istedi. Zenci çocuk işaret diliyle sen kalk dedi. Ben de daha genç bi teyzeye yer vermiş bulunduğum için çok sinirlendim ama ırkçılık olucağı için bişey demedim. Sadece facebooktaki resmimi Hitler yapıcam asjflasfh. Sonra başka bir zeka özürlü çocuk beni çok kötü dirsekledi. Kadınlar ''ilerleyin biraz sadece kendinizi düşünmeyin'' temalı klasik nutuklarını çektiler. Bunun hazırlanmış metinler olduğunu ve her gün otobüste icra edilen bir oyun olduğunu düşünüyorum.

Sonra birden aklıma kuzey kore geldi. 3 gün önce portekizle oynadıkları dünya kupası maçı ülke tarihinde yayınlanan ilk maçmış. Çok şaşırdım ben bu duruma tabii ki. Biz tüm maçları canlı izliyoruz. Bi de onların izlediği ilk canlı maçta 7-0 yenilmelerine de üzüldüm. Bi süre kendi kendime komünizm ne tuhaf şey bi daha komünizm hakkında atıp tutmiyim çünkü hiçbi fikrim yok dedim. Demir perde dedim arka arkaya oniki kez falan. Bu söz grubu onlar için kullanılmıyor ama olsun duruma çok uyuyor. Tüm bunlardan sonra kendi kendime Ferhat Göçer'in son şarkısını mırıldanmaya başladım, ve bir kez daha türkçe şarkıların sözlerini neden doğru biçimde anlayamadığımı düşündüm.

Sana ait ne varsa oh iki gözüm
Hiçbir zaman gitmiyor götünden gözüm!
Asla affetmedim yemin ederim
Arkasındayım hala verdiğim sözün

7 Haziran 2010 Pazartesi

İnternete girme isteğim babamın facebook tutkusuna takılmıştı. daha eski gönderilenlere bak kısmına tıklayarak internetin başlangıcına kadar dönmüştü. bari duş aliyim deyip banyoya girdim. saçımı havluya kurularken aklıma vakanüvis kelimesi geldi. kirden pislikten o ana kadar bişey düşünememişim demek ki. aklımda kaldığı kadarıyla vakanüvis tarihçi yada olayları aktaran kişi demek. bir anda şu gerçekle karşılaştım. artık tarih yazılmıyor! hepsi yazılıp bitmiş. tarihçiler artık yazılanları aktarıyorlar ya da aktarılmış olanlar üzerine yorumlarını ekliyorlar. bugün olan biteni bi kenara not alarak sonraki nesillere aktarma işi çoktan son bulmuş. istanbul'un fethini yağlı kazıklar üzerinden kaydırılan gemiler olarak özetleyen vakanüvis acaba ne içmişti? bunun üzerinde çok düşünmeye değmez çünkü her ülkenin tarihini kafası güzel insanların yazdığına herkes inanıyordur.

Duştan çıktığımda babam ''ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler'' iletisini beğendi.